XX ya da XY, ya X=Y ise?
Cinsiyetsiz yavruların çoğalması,
cinsel kimlikle sınırlanmamış vücutta, mahremiyetin ortadan kalkması. Peki,
bizi “saf güzelliği” örtbas eden arzulara iten, bizi birlikten alıkoyan bu
gruplama mı?
Arzusuz aşk olur mu? Arzu nefs
engeline takılmadan tamamen ruh kaynağından akabilir mi içimize? Ne için
istemek ve neden çekim hissetmek? İki mıknatısın birbirini çekmesi, taşlara
tezat olarak. Bizi taşlaşmaktan kurtararak mıknatıs kimyası kazandıran şey ne?
Sevişen nefslerimiz ve doğan
çocuklar onların eseri! O anda ruhunun sesini nasıl duyabilirsin? X ve Y
kromozomunu belirleyen de nefsanî ve hayvani güdüler. Sonuç olarak bu
paradoksun başlangıcı, gruplamaya neden olan, cinsiyeti meydana getiren arzular
ve arzular da cinslerin çekim kuvvetinin merkezi!
Sevişen ruhlarımız olsaydı, doğan
yavruların ikilik kaygısı ortadan kalkar, beden her iki taraf için de değerini
yitirir, merkez olmaktan kurtulurdu. O zaman ruhunu teşhir etmek de mahrem
sayılır mıydı? Onu çeken bir taş olmadığı sürece, sanmıyorum. Bir ruh diğerinin
kimyasını değiştirdiğinde, ikiliği yaratan parçalanmalar ve doğumlar yerine,
birleşen ruhların içe doğumu gerçekleşirdi. Anne-baba-çocuk rahminde sonsuza
dek kalmak ve büyüdükçe birleşmek, birleştikçe birlenmek, evreni kaplayana,
evren olana ve onu zahirden batına dönüştürene kadar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder