1 Ocak 2012 Pazar


                                                                  XX ya da XY, ya X=Y ise?

Cinsiyetsiz yavruların çoğalması, cinsel kimlikle sınırlanmamış vücutta, mahremiyetin ortadan kalkması. Peki, bizi “saf güzelliği” örtbas eden arzulara iten, bizi birlikten alıkoyan bu gruplama mı?
Arzusuz aşk olur mu? Arzu nefs engeline takılmadan tamamen ruh kaynağından akabilir mi içimize? Ne için istemek ve neden çekim hissetmek? İki mıknatısın birbirini çekmesi, taşlara tezat olarak. Bizi taşlaşmaktan kurtararak mıknatıs kimyası kazandıran şey ne?
Sevişen nefslerimiz ve doğan çocuklar onların eseri! O anda ruhunun sesini nasıl duyabilirsin? X ve Y kromozomunu belirleyen de nefsanî ve hayvani güdüler. Sonuç olarak bu paradoksun başlangıcı, gruplamaya neden olan, cinsiyeti meydana getiren arzular ve arzular da cinslerin çekim kuvvetinin merkezi! 
Sevişen ruhlarımız olsaydı, doğan yavruların ikilik kaygısı ortadan kalkar, beden her iki taraf için de değerini yitirir, merkez olmaktan kurtulurdu. O zaman ruhunu teşhir etmek de mahrem sayılır mıydı? Onu çeken bir taş olmadığı sürece, sanmıyorum. Bir ruh diğerinin kimyasını değiştirdiğinde, ikiliği yaratan parçalanmalar ve doğumlar yerine, birleşen ruhların içe doğumu gerçekleşirdi. Anne-baba-çocuk rahminde sonsuza dek kalmak ve büyüdükçe birleşmek, birleştikçe birlenmek, evreni kaplayana, evren olana ve onu zahirden batına dönüştürene kadar. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder