17 Ocak 2012 Salı

Gece Tarifesine Yumulan Gözler



Vakit gece yarısına yaklaşmakta ve ben bugünkü masalımı dinlemek için cep numarasını çeviriyorum ananemin. Yoksa uyuyamam. Asıl insan büyüdükçe masallara daha çok ihtiyacı oluyormuş. Ah bir anlasalarmış.
-Anane  hani dedemin bize sürekli anlattığı bişey vardı şu peri kızlı olan, hatırlıyor musun onu?”
(Telefonun ucundaki dumanı üstünde kıtır leblebi gülüşü. Hala üzerine çiğ düşmüş kuşluk vakti goncaları gibi diyecektim ki tam, kendimi durdurdum. Böyle teşbihlerle bu tazeliği betimlemek oksimoron yapmak olurdu herhalde. Safi sanat yapmış olmak için de denecek laf değil canım! Dudakları hala kıpkırmızı. Dedem gençken arap sabunu kokan mendiliyle silmeye kalkarmış. Hamlet’in Ophelia’nın makyajına verip veriştirmesini hatırlamanın tam zamanıdır. Aşka bir kılıf daha buldum. Dedemin bir trajedi kahramanından neyi eksik?)
-Alo, yoğrum orda mın? (Muğla şivesini bir türlü yazı diliyle barıştıramadım, barıştıramıyorum. Sanırım dil bazen sade söylenmek için var. Sembollerden, imajlardan ve bakışlardan kaçıyor, bir nazarla bozulan atomik parçacıklar misali kuantum mekaniğindeki gibi.  Okuyucunun anlayışına sığınmam her defasında bu yüzdendir. Destur.)
-…burdayım anane. (Daldım yine.) Ne diyodum, evet, dedemin o meşhur hikayesi…”

-Ha, şimcik arığın başına gitmiş değirmen arığına, yaylada. Bembeyaz kıyafetli dünya güzeli  upuzuuun saçlı bi gız ge’miş. Deden  k (g) orkmuş k(g)açmış, ileride tuvalete oturmus.  
Gız da nalın gibi dıkırdata dıkırdata ge’miş, deden’(in)  yanına ge’miş, deden gitmiş  başka bi dene yere oturmus, oraya da ge’ (l)miş, deden  eğer k (g)onuşmuş olsa  gız eline bişe(y)ler define  verecekmiş. Kaçmış. Yoksa Allah korusun peri kızı köle yapceğmiş dedeni. –Sen deden diye değil de başka bi adam gibi anlat yine de-
“Ama bu şimdi mutlu sonla bitiyor mu bitmiyor mu belli değil anane. (acaba  hava yaz mıydı, gündüz pek mi ıscaktı? Dedem kafayı bulmaz derlerdi kolay kolay emme.)  Olağaüstü masal desem, kahraman da bir yere oturup işini görür mü ki masallarda? Bu tür şeyler Aristotle’a göre perde arkasında yapılır ama işimiz drama değildi. Anadolu’ da olağanüstülük fantastik boyutlara ulaşmaz derlerdi amma velakin bu da olacak iş değil canım. Kara hikaye kahramanı da olamaz ki dedem. Yine de dedemi severim. Şaka için yapmayacağı yoktur, sela verdirir, on tane ekmek yoğurtur pişirtir komşunun karısına da sonra kıs kıs güler kimse uğramayınca yanlarına. Ah dede, sen de tam fıkralık adamsın. Hangi fıkra türü olurdu ki acep? Sen başlı başına bir tarihi kişiliksin. Göğüs kılların desen bir tek incileri eksik. Göğsünde ağlasam o da olur evelallah.
-Bismillah, ne incisi gızım, ne diyip dur’un?
             -Yok bişey ananem, yok mu başka bildiğin bir masal? Düşünsen azıcık daha. Bu anlattığın bana uykuya dalacak huzuru vermiyor. Absürd rüyalara talip olabilirim bu gece demedi deme.
                                                                                                                                   

-dediğinden bişey anlamıyom ama bi dene daha vardı du düşünem hele.
(sonra anneannemin zihnindeki ses okumaya başladı geçmişten gelen cümleleri tek tek, zihni seslendiren ses kitap diliyle konuşurdu elbet.)
Evvel zaman içinde kalbur zaman içinde bir kralın üç kızı varmış. Üç kızına da kendisini ne kadar sevdiklerini sormuş ki onların kendine düşkünlüklerini bir güzel sınaya. İlk kız onu tatlı kadar, ikinci kız ekşi kadar sevdiğini söylemiş. Sıra üçüncü kıza gelmiş:
“Seni tuz kadar seviyorum baba.” demiş kız. Kral kulaklarına inanamamış, onu tuzla bir mi tutuyormuş yani kızı? Hemen onu saraydan sürdürmüş ve yoksul biriyle evlendirmiş. Yıllar yıllar sonra üç kızını da ziyaret etmeye karar vermiş. Tabii ki iltimas geçilen iki kızı zenginlikleri içinde babalarının yüzüne bakmamışlar bile.( İstediklerini elde ettikten sonra kim kimi severmiş? Demekten alıkoyamadı kendini yazar, sen devam et zihinden gelen ses) Sıra üçüncü kızı ziyaret etmeye gelmiş. Kızı onu hoş karşılamış, yedirmiş içirmiş fakat yemeklerde bir gariplik varmış. Kral bunu kızına belirttiğinde kız gidip aynı yemekten getirmiş ama bu seferki daha tatlı gelmiş. Kız da gülümseyerek babasına ilk getirdiği yemeğe tuz koymadığını, ikincisini tatlı eden şeyin aslında tuz olduğunu söylemiş. Yaptıklarından utanan kral kızını affetmiş ve onu ve ailesini sarayına almış. Sonsuza kadar mutlu yaşamışlar.
“Aslında bu hikaye böyle” dedi annem. Ne zaman anneannemle konuştuğumu duymuştu, ne zaman anneannemin masaldaki eksikliklerini bulmuş çıkarmış düzeltmiş ve masaldaki sesi seslendirmişti, hiç bilmiyorum. Tek hatırladığım anneannemin anlattıklarında kral yerine baba olduğuydu. Kralsız da iyiydik anneciğim.                                                                                                                        

“nasıl biliyorsan öyle yap” dedi annem ve çamaşırları asmaya gitti. Benden başka kim yapacak ki bunları zaten?
“Ama anne, ben seni tuz kadar seviyorum! Anane orda mısın?”
“Ordayım, annene selam söyle. Ne zaman geliyonuz?”
“Anane makalemin dışına çıkıyoruz, konuştuğumuz her ailevi mesele akademik hayatımın aleyhine delil olarak kullanılabilir. Benim uykum yok hala, var mı başka bildiğin bir masal?”
-          Var bi dene  daha. (arkadan gelen seslere ‘Susun biyo’) Anlatıyorum hemen, hadi çok para yazmasın.”
Evvel  zaman içinde bir adamla  kızı varmış, dağa giderlermiş oduna birlikte. Adam zenginliğinden bıkmış, dağa giderken yolda gördüğü birine açmış derdini. Adam  da bilgiliymiş, nasihat etmiş, fakir olmak için elinde ekmeği ye git oduna giderken demiş. Adam da teşekkür edip yoluna devam etmiş, evine dönmüş. Ertesi gün oduna giderken eline ekmek almış hem yürümüş hem yemiş, yakasına da bir mendil sokmuş ki yere dökülmesin diye. Akşam eve döndüğünde bakmış ki malları yerli yerinde duruyor. Ertesi gün yolda yine aynı adamı görmüş, meramını anlatmış. Adam da “giderken mendili bırak ekmeği te git” demiş. Adam elinde ekmeği bir yandan yer bir yandan da yürürken kızını kaybetmiş. Sağına bakmış soluna bakmış nereden gideceğini bilememiş. Sonradan mendil tutmadığı aklına gelmiş ve dökülen ekmek kırıntılarını takip etmeye başlamış (yoksa hansel ve gretel’in ege versiyonunu mu dinliyorum. İlk kez darlıktan değil de zenginlikten vazgeçilmeye niyetlenilen bir masal duyuyorum, hayırlısı)
                                                                                                                                                    
Gide gide, gide gide adam  ekmeği  döküp gittiği yerden kızını öyle bulmuş. Gelirken de mendil tutmamadan eve dönmüş. Eve gelince bir de bakmış ki  çok fakirleşmişler,  bi dene bir şey kalmamış,  dal budak kalmışlar. Ordan gelesiye kız baba demiş neden ekmekler yerde? Adam kızına yolda karşılaştığı adamı anlatmış. Böyle böyle nasihat etti, ekmek kırıklarını serin dedi, demiş.   Atsız ve susuz kalan baba kız  Allah’a dua etmişler, Cenabı Allah da onlara yettiği kadar vermiş. Böylece baba kız mutlu mesut yaşayıp gitmişler.
-Teşekkürler anane. En azından bu gece ben de mutlu mesut bir şekilde uyuyabilirim. Bilirsiniz uyuyunca insan, ne zaman ne de mekan kalır geriye. E, bu yazı en başından beri hiçbir inandırma iddiasına sahip olmadığından ötürü, ben de böylece uykuya daldığım anda kendi masalımı yazmaya başlayacağım.  Ne anlatacağımı merak ediyorsanız siz de gözlerini yumun. Sanırım dil bazen sade rüyalar için var.
     Gece tarifesine geçsek iyi olacak şu hat(yat)ta.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder