16 Kasım 2011 Çarşamba

"..
-Harp olacak diyordu, bu herhangi bir seferberlikten başka türlü; daha emin daha kat'i bir hazırlanıştı. Bu yüzde yüzün, yüzde binin kat'iliği idi. Demek bütün bu dükkanların içinde bu sessiz hazırlanışlar vardı; telefonlar işliyor, bir lahzada kalay,kösele, boya ve makine eşyası ortadan kalkıyor; rakamlar değişiyor; sıfırlar çoğalıyor, imkanlar azalıyordu. Harp olacak. "Gideceğiz, hepimiz gideceğiz..." Korkuyor muydu? Kendisini iyice yokladı. Hayır korkmuyordu.
       Hiç olmazsa, bu anda duyduğu şeye korku denmezdi. sadece rahatsız olmuştu. İçine birdenbire, renksiz, manasız bir şey, henüz cinsini bilmediği bir hayvan çöreklenmişti. Ne olduğunu anlamak için beklemek lazımdı. "ölümden korkmuyorum,diyordu. Bütüm ömrümce ölüme o kadar yakın yaşadım ki...Ondan korkmama sebep yok." Fakat harp, hatta gidenler için bile sade ölüm değildi. Tek başına ölüm basit birşeydi. Bazen insan ona en son çare diye bakabilirdi. Kaç defa Mümtaz,tıpkı, şurada sekiz,on kulaç su kaldı; ayaklarım karaya bastığı, kollarım toprağı kucakladığı zaman bütün yorgunluklarım bitecek diye düşünen bir yüzücü gibi, onu bir selamet toprağı, geçilmesi lazım bir karşı yaka gibi görmüştü. bu, herkes için aşağı yukarı böyle olmalıydı. Hayır, kötü olan ölüm değildi; ölümün, bu basit işin, bu peşin pazarlığın birdenbire ve herşeyle beraber son derece güçleşmesi, çözülmez yumak haline gelmesi, beş on kulaç suyun, bin türlü engelle doluvermesiydi. "Bütün ıstıraplarım, orada, o eşikte bitecek...Acaba hep böyle mi düşünürüz; ölümün mü, hayatın mı çocuğuyuz? Bu saati hangisi kuruyor, mevsimlerin elimi mi, mutlak karanlığın parmağı mı? Ölüm muhakkak ki bir akıbet. Fakat madem ki hayat denen piyango beni teşkil eden adem parçasına isabet etmiş. Madem ki kainat,her zerresiyle benim için canlanmış, o halde duyguların ve duyumların cennetinde, bu acayip Walt Disney oyununda sonuna kadar payımı almalıyım!" Hayır, böyle de düşünemiyordu. Bu da çok basitti. Bu sadece dışarıda kalmak, satıhta yüzmekti. "Kapının önünde kalmıyoruz ki, evin içine giriyoruz, ona sahip oluyoruz, benimsiyoruz, benimdir,diyoruz, istiyoruz,memnun oluyoruz. Gidenin arkasından ağlıyor, gitme! diye eteklerine yapışıyoruz. Hiçbirşeyi kendimizden ayırmıyoruz.
           Bir sofraya davet edilmiş değiliz; belki mütemadiyen içimizden yaratıyor, doğuruyoruz...Hiçbirimiz hayatı maddenin arızi bir hali gibi kabul etmiyoruz." Hatta bu işi anlamak isteyenler bile, sonuna kadar oyunun içinde kalıyorlardı. Herşey bizden geliyor, bizimle geliyor ve bizde oluyor.
           Ne ölüm var, ne de hayat var. Biz varız. İkisi de bizde.
            ..."

                                                                                                          Ahmet Hamdi Tanpınar,Huzur

13 Kasım 2011 Pazar

Süleyman tapınaklarının çatısı sedirdendir oy sedirden
rüyaya yatar şehrin fahişeleri kulak memelerinde mey-
veler mü cevherdendir oy mücevher, gel ov baldırımı yağ ilen
Sonra güreşe tutuşayım o tanrı ila ki ahlakına mey-
il eden süleyman tapınaklarının çatısı sedirinden oy sedirinden

Kürek sallarım senelerdir simimi tarumar eden  tufan  neden
Buzul çağını bitirir mi aramızda süren utansam bir nebz
ya da takılıp kalsın kemiği boğazımda  bizim uğrumuza bıçak yiyen
boğanın ki kanını içmemek dağa çıkartır da yüzün baştan başa sebz
Süleyman tapınaklarının çatısı sedirdendir oy sedirden

Ak güvercin uçup da dönmezse insan inebilirmiş anca yeryüzüne
topuklarıma yaş topukların basmadıktan beri neyleyeyim ölmemekliği
 gemim elma sapından, dümenim çöpünden, kaçmasın çorabım  tut elimden
silahlarımızı hazır eylerken başımız gürül gürül esrik
Süleyman tapınaklarının çatısı sedirdendir oy sedirden

Kestikten sonra sedirleri yüklenelim sırtımıza acele
bir avuç su dök başımdan aşağı derin sulara dal çek kopar dişlerinle
kün
     yosununu
                da,
                sür boynumdaki kara beççeye, gerdanıma, parmak aralarıma
bırak dökülsün saçların omuzlarıma.


Melekler kaf dağının ardına taşımadan bizi
ejderha ol, dolan boynuma, kurut beni
künümden oy künümden.