Günün sonunda elinde kalan balonlarla evinin yolunu tutan adam önde, ben arkada, yokuşu tırmanıyoruz. Balonlar aksam karanlığında yolumuza fener tutuyorlar. Neden kendine almıyorsun ki bir tane? diyorum içimden. Ne de olsa su kedi bak, bir çuvalın üzerine kıvrılmış uyuyor. Gözlerini yummak için ne birini bekliyor ne de birinden kurtulmak istiyor. Sadece bir kuyruk lazım o kadar. Bak, pideci yanmış yakılmış hamurları kestikçe çıkan seslere...Büfedeki kese kağıdının müziği, yolun kenarındaki iskemlelerde oturanların teneffüs ettikleri kelimelerin tınıları.
Bişnev!
Dinlesene. Yeni bir lisan keşfettiğimi sanıyorum. Daha önce binlerce kez kulağıma çalınan ama idrakimi bir türlü sarıp sarmalayamayan bu lisanın aksettirdikleri ne acayip. Dolunaya beş kala, bu sesler Aziz Mahmud Hüdayi'nin davetine icabetle ahenge gelmiş, belli. Nasibe düşen son helvadan tattıkça daim çırpınan heva ve heveslerin duası kabul olmuş, kesilmiş ses seda. Merdivenlerin kenarında biriken kuru yaprakların üzerine dökülmüşler, adımlarımı ağırlaştırıyorlar. Ay üzerime düştükçe omuzlarımda konuçlanan ve bir türlü bu can pazarında taliplisini bulamadığım çabalarım göğe yükselmeye başlıyor. Kapıda el açan dönüp:
"Kendin pişir, kendin ye." diyor.
26 Ağustos,15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder