22 Eylül 2012 Cumartesi


Prophetic Gypsy

In her dark hair
A bunch of hoary flowers are twinkling
Like a Meissa at a dusky twilight
Her wrinkled eyes laced with
Faint passions of perished night

Holding my hand, murmuring
She introduces me to sky
Hymns stream her faded Yemenite
Like a stylish silk scarf

Time to begin a journey
Through tracks of my destiny
A cross on the Mount of Venus
Brings me a prince
From another galaxy

Swirling in a helix
My future bursts from magical ball
Floods bleed from
Her coral, cracked lips

Now,
In my dark hair
A red rose is twinkling
Inherited from
A prophetic gypsy

Villanelle



                          Sesame Heart
 
“Take my ring, in‘valuable’ in  the morning breeze”
His fingers lingered on the rusty silsil
He would take his sesame heart and let her eclipse.
 
Dazzled with the eos,through clouds, seeping
His hands whistled the song of cracked lips
“Take my ring, in‘valuable’ in the morning breeze”
 
He looked his steamy glass of trolley
A misty reflection of her hair, spreading beyond limits
He would take his sesame heart and let her eclipse.
 
Imitated roses  were clumsily surrounding
His new-born sunshine over rosy trolley
“Take my ring, in‘valuable’ in  the morning breeze”
 
If only  she had accepted the sesammes
On the neck of her pricy silk blouise, but-
He would take his sesame heart and let her eclipse.
 
This morning when he was yawning
Saw at the corner a woman bathing in the  sunshine and said:
“Take my ring, in‘valuable’ in the morning breeze
He would take his sesame heart and let her eclipse.
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Fikirtepe

 
Söküklerini dikerim
Geçmiş zaman elbiselerinin
Tahta bir sebze  kasasının üstünde
Bir pazar yerinde
Kadıköy sahilindeysen
Kıyıdaki minibüs şoförlerinden birini
Hani kemerinden sarkan anahtarlığında
 Hani sandık anahtarının yanında
Yani tahtakurusu kokan kıyafetlerle dolan ceviz sandığının anahtarının yanında
Her zaman tırnak makasını taşıyan
Ve zaman zaman
Yani yolcuyla dolan minibüsünün aynalı kapısının yanında
Parmaklarının nasırlarını kesen şoförü bul
Ve de
 “Çek Fikirtepe’ye!”
Üç kişi bir tl’ye
Koltuklar cevap versin: “Dillerdesin”
Radyodaki şarkı Maçkalı’ya gitsin
O pazar yerinde beni görmeden önce
Kasketiyle V. Dayı vardır,  oturamaz bir türlü
Bir kasa üstünde
Koltuğunun altına sıkıştırdığı tavuğunu
Zapt etme derdinde
Hani  tavuk da tüylerini kaybetme telaşı içinde
Yani tavuk da saklama derdinde kendini anlayacağın
Yılbaşı arifesinin yere göğe saçılmış zenginliğinde
Çek Fikirtepe’ye
Şoför cevap versin: “Dikin- meye
Kendini örtbas etmek derdindeysen
Ya da gözlerine birikmiş bir parmak tozu silme
Bir erkek çocuk, babasıyla, giydirilmiş bebekler  satmakta
Gelecekteki eşlerinden birine
Sarışını, esmeri,kumralı,örülü saçlarıyla, pırıldayan naylon saçlarıyla
Hepsi gülümsemekte
Ve babası  paranın “r”sini söyleyememekte
Al sana dişleri kırık bir fermuar ve 10 tanesi 1 liradan düğmeler
Şimdi topukları çatlamış gelinin tezgah altındaki ayakkabıları
R. ninenin solmuş seccadesi
Pazarın kıblesine işaret etmekte
Delikanlı hutbesini vermede pazardaki nazendelere
“Hey Allah’ım ne güzeller yaratmış!
Gel abla abi tüm tüller 1 liraya!”
Bir,bir,bir
Alı moru şifonu yanardöneri
Hepsi bir
Al alabildiğin kadar
Hepsi kir
Sarın sarınabildiğin kadar
Kaç kaçabildiğin kadar vücudundan
Ne de olsa sökükleri dikilmez
Eskimiş  bir benliğin
Yine de sana düşen
Kadıköy sahilindeysen
Kıyıdaki minibüs şoförlerinden birini
Cebinde her zaman tırnak makasını taşıyan
Ve zaman zaman
Parmaklarının nasırlarını kesen şoförü bulup
Demektir
 Çek Fikirtepe’ye
Koltuklar cevap versin: “Dillerdesin”
Radyodaki şarkı Maçkalı’ya gitsin
 
                                                                                                                                                                  01.01.2010
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Bir Kedinin 3 Mevsim Güncesi
 
Islak tüylerinin üzerinde pürüzlü dilinin izi
Bir sonbahar yaprağı gelip üzerine konuvermesin mi!
Haklısın yavaşça gözlerini yummakta
Ve hiç bir şey olmamış gibi davranmakta
Sere serpe uzanarak
Koca bir mevsimin cesedini taşımak kolay değil
Ah zavallı kedi!
 
Kış geldiğinde tüylerin yine ıslanacak
Fakat bu kez yaprakların çürümüş bedenini
Su birikintileri taşıyacak
Sana da İlkbaharda
Yeni çıkan erguvan rengi yaprakların altında
Sevişmek kalacak
Ah seni gidi seni!
 
                                                                                                                                                               12.11.2009

Salçalı Şiirler


Muhabbet Kuşlu Salça 1
yoğun bir muhabbet kuşu kokusu sinmiş bileklerindeki çizgilere
ötesini bilmiyorum faniliğime ver
salça bulaşığı ılık ve henüz pul pul atmamış
ayaklarına düşmüş çekirdekler gibi kuru sarsamış
karasinek konmuş batık tırnağına
ellerini ovuşturuyor her daim
güzel bir gün olacak belli diyor,korkuyorum
otesini bilmiyorum faniliğime ver
umut edenler çürürdü hani
hani gök ağarırken safi içini dökemezdin mavinin alına alın moruna
inanamamıştım zaten hiçbir vakit
karasineğin haksız çıkabileceğine
halbuki şimdi kirpiklerim kıvrılıp düşüyor tek tek ağır nazarı
bileklerindeki kuşlar çoktan havalanmış
kanatlarındaki salçalar demlenir rüzgarla her dolduklarında keten keseleri
mavisi ala alı mora dönmüş semanın
biz çırpındıkça demlenmek bir yana ıslak avuçlarımızdaki domatların
çürükleriyle muhataptık daim
burnun uyuşurdu kokusu ele verecek diye hissedemezdin çünkü
ötesini bilmiyorum faniliğime ver
faniler salça sıkmasına sıkarlar amma
Allahtır onu ekmeküstü süren
üzerinde kekik ve bir dal fesleğen
aklında biber ve patlıcan çizme tasavvuru
ol karnımızı doyurmak için
kışa
ötesini bilmiyorum faniliğime ver





Telveli Salça 2
keşke okumaklığını bileydik
babanne telvelerinde sivrilen geyik boynuzlarının
 ve tavus kuşlarının toza bulanmış kuyruklarındaki renklerin
 ne demeye olduklarını
ki fincanda iki küçük şeker hapının tadımı olan gururumuzu
ocağa taşan köpüğün kaymağında kurumaya
 bırakmayaydık
Gururum kendime azar çekemediğinin iç patılması
boy boy cam şişeler ve teneke kapakları
Varlık olabilme umudum gururum
çamurlu pantolonum bacağı sökülmüş iplik iplik lacivert
Varlığa karışarak hiçleşme umudum
kadife çiçeklerin haşeresini toplarken
 kendimde tükenerek gidermeyi umduğum
keşke okumaklığını bileydik
ütopya olduğunu, umursamazlığa iz düşümünü sabrın
bilinçle işlenen günahların şuur olsa yanlış olur mu hiç gülmekliğini bileydik
keşke okumaklığını bileydik
babannelerin telvelerinde sivrilen geyiklerin boynuzlarının
 ve tavus kuşlarının uzun kuyruklarındaki renklerin ne demeye olduklarını
ki yosunlara sarıp sarmalanmış kurbağaların okunmuş suyuyla sulanmış da
 kına kokmuş bir kasa ezik domates gururumuzu
henüz karılmamış ve dile çalınmamış kurumaya bırakaydık
Gururum kendime azar çekemediğinin iç patılması
boy boy cam şişeler ve teneke kapakları
aralarında domates kuruları tırnaklarını demir makasla kesmez sev diyeceğin
eğer ellerin  bir dem salça sıkmadıysa
henüz karılmamış
ve dile çalınmamış
keşke okumaklığını bilmeyeydik de tomatinin çekirdeğini
Hale dillendireydik.

Meyvelerin en taze kısımlarının geyik ısırığından sonra bir daha çıkmayacağı üzerine ihtarname


Meyvelerin en taze kısımlarının geyik ısırığından sonra bir daha çıkmayacağı üzerine ihtarname

Ne kadar çabalasan da
Varırsın aynı teraneye.
Tümdengelimin canı cehenneme.

İnanmak: idealist
Koyunun burnundan üflenen nefes
İdealist: kinik
Taştan tuvalet
Kinik: nihilist
Ağzı zehirli geyik
Nihilist: idealist mükemmellik
Susuz domates yetiştirmek
İdealist: tekrar inanabilmek için yitik
Sabunlu çaputla siliniz
Hal bu ki tümdengelimin canı cehenneme.
Yerde serili tarhanayı keskin sidik kokusu dalgalandırırken,
Ne kadar çabalasan da
Aynı terane.
Mandalların sevilmeyeceğini de kim çıkardı?
Bak, belediye hoperlörü sela veriyor pazar yerinde.

Hal bu ki yerde serili tarhanayı keskin sidik kokusu dalgalandırırken
Şeytan çarpar, ki bilir
şeytan, ki aşık olmak kovulmak
kovulmak ki, nefret getirir, nefret ki daha sevdirir
sen hiç korkma üçüncü derece deri yanığından
Zaten sende inanmak eksik.


Ne kadar çabalasan da
Varırsın aynı teraneye.
Tümdengelimin canı cehenneme
Ki merhem,
Mahremdir.


İnsanın kendini değiştirecek cesareti yoksa başkalarını da değiştirmeye uğraşmamalı, boşuna.
Keşke anlatabildiklerimiz bildiklerimiz kadar, bildiklerimiz de yaşayabildiklerimiz kadar olaydı.
O zaman insanın içini kemiren şu huzursuzluk, bilip de işlememenin, işlemekten korkmanın idrakiyle gelen güven katliamı bizi eli kanlı katillere dönüştürmezdi.
Dahası başkalarına ne yapmaları gerektiğini söylerken, öğüt verirken ya da en azından destek olmaya çalışırken içten içe kendimize acımazdık, içten içe sözlerimizle kavgaya tutuşmazdık.
Evet, insanın en büyük trajedisi farkına vardıklarını amele dönüştürmeye takatinin olmadığını anladığı anları yaşamakla yükümlü olması. Ne kadar öğrenirsen öğren, ne kadar doğrularsan doğrula kafandaki bilgi kalabalığını, onları kendileri gibi oldukları gibi hayata geçiremiyorsun. İş yaratmaya, yansıtmaya gelince bilinmeyen bir alana haydi doğuruver bakalım diyince beynin, nutkun tutuluyor, kasılmaların boşa gidiyor, su patladığıyla kalıyor.
İşte bu yüzden bazıları bilgileri, görgüleri, “kültür”leri arttıkça, zihinlerini kavramlarla doldurdukça, başkalarını kışkırtma sevdasına kapılıyorlar.
Çünkü bildiklerini ancak karşıdan gelen tepkilerle var edebileceklerini anlıyorlar. Sataşarak, tepkilerin üzerinden yükselterek ifadelerini.  Bu yüzden arası kavramlarla akımlarla azıcık da taşlamayla iyi fakat yaratmakta korkak olanlar eleştirmenliklerinin hakkını fazlasıyla veriyorlar. Çünkü kendini eleştirmekten aciz olanlar ancak bunu göze alabiliyorlar. Kendiyle derdi olanlar ise karşıyı dürtükleyip durmuyorlar. Etkileri de kendilerine, tepkileri de, eleştirileri de, bilgisi de. Boşa çekilen doğum sancılarına ve tüm huzursuzluklarına rağmen. Kendi kendilerine.
Sanki ben de bildiğimden yazdım tüm bunları. Sancılarımdan dostlar, beni kendimden geçiren sancılardan. Şuurum yerindeyken de acı çekebilme ihtimaline kani olabilecek miyim acaba?

Sahada karşılaşmalar


Bana öyle yenilgiler ver ki uğruma saha yakanlar olmasın
Berbere gidelim birlikte ama saçlarıma dokunmasın
Usturasını bilemeyenler.
Vuslatımız da kesretimiz de yenilgiler ki uğrumuza ağıt yakanlar olmasın
Bir çay bahçesine gidelim, küçük hasır tabureler, hafif yana yatmış
Küllüğünde belli sigara kokusu, sen bakma yüzüme, bakama
Saçların çirkin, böyle olmasını sevmiyorum de
Berbere gidelim birlikte ama saçlarıma dokunmasın
Çirkine nazar edemeyenler.
Ben sana dümdüz yürü diyeyim, hani bana aldığın bir külah leblebicinin yanından yürü
Sen bana öfkelen, çoktan unuttum orayı de, böyle tarif edilmez de
Yerime yönüme yazıklar eyle
Bana öyle acılar ver ki uğruna gözyaşım akmasın